Ana Sayfa İÇ POLİTİKA 17 Ağustos 2020

Dilipak’tan Erdoğan’a açık mektup

Öncelikle son tartışmalar ışığında yaşananlardan dolayı üzgün olduğumu ifade etmek isterim. Zaman zaman yaptığım çıkışların, eleştirilerimin bazı kimseleri rahatsız ettiğinin farkındayım. 

Dünya, bölge, ülkemizin gündemi içinde benim, mevcut uygulamalara karşı aykırı kabul edilecek birçok görüşüm var ve bunların hayata geçirilmesi konusunda aktif sorumluluk üstlenen bir eylem adamıyım. Bu hep böyle oldu. Fikirlerimin rahatsız ettiği kesimlerden tepkiler de alıyordum ancak açıkçası böylesine büyük, organize ve topyekûn bir tepki ile karşı karşıya kalacağımı düşünmemiştim.

Sözkonusu yazıma kastetmediğim bir mana yüklenerek, AK Parti içinden bir tepki aldım. Ve sizin son konuşmanızla bu konu ülke gündemine oturdu. 

Tartışma, yazım yayınlandıktan 3 gün sonra bir “işaret fişeği” ile başladı, akşam üzeri troller harekete geçti. Ardından Genel Sekreter ve Kadın Kollarının açıklaması ile işler bu noktaya geldi.

Bu arada özel kaleminiz aracılığı ile size olayla ilgili yazılı bilgi notu gönderdim, yazıdaki maksadım ve eleştirimin hedefinde kim olduğunu açıkladım. Size ulaştı mı bilmiyorum. Hiçbir geri dönüş olmadı. Aradaki dostluk, 50 yıllık mücadele ve dava arkadaşlığının hatırına en azından bir geri dönüş beklerdim. 

Benim kastım belli. Başkaları bu ifadeleri zorlama bir yorumla amacından saptırarak, bu ifadeler üzerinden şahsıma iftira ettiler. Ve Media’daki birtakım isimler bu yanlış yorumu, benim açıklama ve ifadelerimi dikkate almaksızın hemen sahiplendiler. Topyekûn bir karalama, linç kampanyasına maruz kaldım

Kastımı Akit Tv, “Derin Gerçekler”de net bir şekilde ifade ettim. İlka Haber’in videosu, benim Youtube sayfamda duruyor. Yeni Akit internet sitesinde, Habervakti internet sitesinde, BNC haber sitesinde konu ile alakalı röportajlarım var. Ama tüm bu açıklamalarıma rağmen Sosyal Media’da saldırılar devam etti. Bazı troller tarafından, anama, bacıma, karıma, kızıma küfürler edildi. Değişik kesimlerden insanlar yangına körükle gidercesine saldırıya geçtiler.

81 ilde dava açma kimin fikridir, bu nasıl bir şey bilmiyorum. Bunu hukukla, adaletle açıklamak mümkün değil. Böyle bir uygulama daha önce kime yapıldı ki, bana da layık görülüyor. Bu fikri ilk aşamada örgütleyen organize edenler kimlerdir ve bununla aslında neyi amaçlamaktadırlar?

Yazımda yoğun eleştiri ve saldırılara uğramama sebeb olan ifade 3 kelimeden oluşuyor. Kastım çok açık ve net: LGBT+. Bu ifade yerine “Fahişe ve onların türevleri” ifadesini kullandım. Yazının bir bütün olarak anlaşılması gerek. Yarım asırdır her gün yazıyor, basına beyanat veriyor, seminer ve konferanslara katılıyorum. Bugün beni tanıyan, çizgimi bilen insanlar kimseye küfür, hakaret etmeyeceğimi, iftira atmayacağımı bilir. Konu ile ilgili açıklamalarım ve bugüne kadar sergilediğim duruş gözardı edilerek ve ifadelerim çarpıtılarak bugün böyle bir lince tabi tutuluyorum. Ben 28 Şubat dahil bize birçok zulmü reva gören o günkü muarızlarıma bile hakaret etmemişken, bugün böyle bir ithama muhatap olmak hem düşündürücü hem de üzücü olmuştur. Elhamdülillah benim dostlarım, insanlık davası uğruna mücadelemde beni tanıyan insanlar, beni anlamışlardır. Şu an aksi düşüncede olanlar da kısa bir tekrar göz geçirme ile anlayacaklarından eminim.

Lütfen son iki videomu izleyin ve lütfen bu noktaya nasıl gelindi bir araştırın. O zaman bu fitne ateşini körükleyenler kimler bunu görmek zor değil. Bu olay sadece bana değil, size ve sizin şahsınızda AK Parti’ye kurulan bir komplodur.

Ben düşmanımın bile hakkını savunmayı kendime şiar edinen biriyim elhamdülillah. Bir topluluğa düşmanlığım bile beni onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli. Bir kadına iffetsizlik isnadının İslam’daki hükmünü bilirim ve haddi aşmaktan Allah’a sığınırım. Bu konudaki hassasiyetimi ve dilime hakimiyetimi beni tanıyan herkes bilir! Keşke hep birlikte iftiranın hükmünü aynı hassasiyetle bilsek ve ona göre davransak. Tekrar ediyorum yazımdaki, “Fahişe ve onların türevleri” ifadesini LGBT yerine kullandım. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı bunlara destek verirken bizim, onların deyimi ile “Yeşil Sermaye” ne yapıyor sorusu soruldu.

Siz Ömerleri çağırmıştınız, ben Ömer gibi davranmaya çalıştım, beni dava edenler bana Ömer’in davrandığı gibi davranmadılar. Siz LGBT’liler hakkında benden daha ağır ithamlarda bulundunuz, ben LGBT yerine o kelimeyi kullandığım için sizin teşkilatınızdaki bazı kimseler tarafından hakaret ve iftiraya uğradım ve alnıma bir kez daha, gazetemize açılan 312 General davasını hatırlatan biçimde 81 kez “Sanık” etiketi yapıştırıldı.

Peki ben “Fahişe ve onların türevleri” yerine “Fuhşiyatı destekleyenleri himaye eden sözleşmeler” desem, ya da doğrudan LGBT yazsam ne olacaktı!. Bu kutsal metinlerde Fahşa, Fuhuş, Fahişe, Fuhşiyat şeklinde tanımlanan kelime yerine LGBT yazınca, sözleşmeye göre, “Dezavantajlı grub” olarak tanımlanan “Pozitif ayırımcılığa tabi” bir topluluktan söz etmiş olmayacak mı idim!. Buna o zaman kim itiraz edebilirdi?. Kastım apaçık ortada iken, beni bu şekilde suçlayanlar o zaman bu çerçevede nerede durmuş oluyorlar!. Lütfen bunu arkadaşlarınızla tekrar istişare edin. Bu tartışmanın kimseye faydası yok.

Dosta bazan acı söyler. Bir arkadaşımız, Eba Müslim Horasani’nin başına gelenler üzerinden yorumlamaya çalışmış yaşananları. Hz. Ömer der ki, “Eğer bir kişi, ben hata yaparsam ve bana hakikatı söyleyip, yanlışımı düzeltmeyecekse benden uzak dursun, çünki onda hayır yoktur demektir. Ve eğer o kişi görevini yapar ve beni uyarır, fakat ben uyarıyı dikkate almazsam, o kişi benden uzak dursun, çünkü bende hayır yoktur.” Ben böyle bir dost arıyorum ve böyle bir dost olmaya çalışıyorum. Aradığımız Ömer’lerin kişiliği böyle bir kişilikti çünkü! O, Allah’ın rızasının tecellisi olmayı dileyen biri idi ve Allah’ın yardımının kendine ulaşmasını engelleyen kişi, söz ve işlerden uzaklaşıyordu. Çünkü sonuçta, kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah’ın zorlaştırdığından daha zor ve kolaylaştırdığından daha kolay bir iş yoktur!

“Milli İrade” yurttaşın iradesidir. Siyaset bir vekalet müessesesidir. Millet siyasetçinin veli-i nimetidir. Millet ise, inancı, tarihi, geleneği ile aile içinde, fıtrat üzere, ruhen, ahlaken, aklen tekamül ederek “kişilik” kazanan “şahıs”lardan oluşur. Ben bu “bireyleşme”ye karşı, istişare, şûra, hakemlik, nasihatla nefsinin heva ve heveslerine karşı insani bir uyanış için mücadele ederken, birileri, sözlerimi çarpıtarak bu işi bu noktaya getirdi.

Eğer dava açılacaksa, açılır. Ancak bir gazeteciye bu şekilde açılan bir dava, ülkemizde basın hürriyeti ve hukuk açısından herhalde çok da olumlu bir görüntü oluşturmayacaktır.

Her şeye rağmen, hepimizin inancı şu değil mi? Nasıl olsa her şeyi gören, duyan, aklımızdan ve kalbimizden geçirdiklerimizi bilen, kapalı kapılar arkasında konuştuklarımız kendine sır olmayan, hüküm sahibi ve her şeyin hesabını elbet bir gün mutlaka soracak olan bir Allah var! Hüküm Allah’ındır. Amenna ve saddakna!

İman ettim ki, bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her şeyden hesaba çekileceğiz ve bu dünyada bu işlerin sonunda ya kendi cennetimize kendi sırtımızda tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız.

Tek bir gerçek var: İmtihan oluyoruz. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. İbrahim Hakkı hazretlerinin dediği gibi “Hak şerleri hayreyler, sen sanma ki gayreler, görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.” 

Selâm ve dua ile.

selyus