İBB Meclis Üyesi Murat Türkyılmaz, “Mevlevi ayini bir gösteri ve eğlence vasıtası değildir”

İBB Meclis Üyesi Murat Türkyılmaz, “Mevlevi ayini bir gösteri ve eğlence vasıtası değildir ve sema ibadet düşüncesiyle yapılan bir ritüeldir. İnanın yahut inanmayın onun orijinal haline saygı göstermek mecburiyetindesiniz”  

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi Ocak ayı 2. oturumu Yenikapı Avrasya Gösteri Merkezi’nde gerçekleşti. Meclis Başkanlık makamına önergelerin verildiği toplantıda gündem dışı konuşmalarda yapıldı.

İBB, 2020 yılının Aralık ayında Hazreti Mevlana’nın vefatının 747. yıl dönümünde, skandal ve kabul edilebilir yanı olmayan Şeb-i Arus töreni ile ilgili söz alan İstanbul Büyükşehir Belediye ve Pendik Belediye Meclis Üyesi, Pendik Belediye Meclis 1. Başkan Vekili Avukat Murat Türkyılmaz, İBB’yi Kur’an-ın Türkçe okutulması ve kadın-erkek sema yaptırılması konusunda eleştirdi.

Mecliste uzun ve etkili bir konuşma gerçekleştiren Murat Türkyılmaz, “Bizleri sadece İstanbul’un somut meseleleri için değil, aynı zamanda bu şehrin devasa manevi birikimi ve kültürel mirasının korunması konusunda da vazifelendiren Sevgili İstanbullular, sizleri de hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

İşte bu mesuliyet bilinciyle bugün, şahsım ve ‘İstanbul maddi ve manevi varlığıyla bir bütündür ve bizimdir’ diyerek Mevlevilik tabiriyle ‘çivi tutan’ herkes adına ve haddim olmasa da Anadolu irfanının söz ve gönül üstadı Hazreti Mevlana’nın emaneti ve onun sahih emanetçileri hatrına söz almış bulunuyorum.

Şairin; ‘Şu İstanbul ki bi mislü bahadır, Bir sengine yek-pare Acem Mülk ü fedadır’ dediği bu güzel İstanbul’un mülküne; yalnızca yolları, mekanları, yapıları, yedi tepesi değil onun tarihi, manevi değerleri, hatıraları ve tarihin derinliklerinden süzülen tecrübeleri de dahildir ve hepsi istinasız bizim için kıymetlidir. Üstad’ın da veciz bir şekilde ifade ettiği gibi: Ruhumu eritip de dondurmuşlar adını
İstanbul koymuşlar. İşte bu ruhu yaşatmak, dolayısıyla İstanbul’u yönetirken, onu planlarken, ona sadakatle hizmet ederken; attığınız her adımda, şehrin iki cephesini, yani maddi ve manevi dünyasını birlikte düşünmek, bu ikisi arasında ahengi her zaman gözetmek zorundasınız.

Bu prensip kişisel bir tercih değil, şehrin maddi ve manevi müktesebatına saygının bir gereğidir. Aksi halde şehir; her gelen yöneticinin elinde geçici heveslerin, gündelik hesapların ve gündelik siyasetin malzemesi olmaya mahkûm olacak ve her geçen gün değer kaybedecektir” dedi.

“NOEL BABA RİTÜELİNİN HEDİYE ÇORABINI BİLE UNUTMAYACAK KADAR İNCELİK VE İHTİMAM GÖSTERİRKEN, ŞEB-İ ARUS MEVLEVİ AYİNİ İCRASINDA MAALESEF AYNI HASSASİYETİ VE CİDDİYETİ GÖSTERMEDİNİZ”

Semazenlerin dönüşünde izlediğimiz pergel metaforunu dikkate alırsak; pergelin bir ucunu şehrin manevi ve moral dünyasına mıhlamalı, diğer ucuyla da olabildiğince geniş bir vizyonla ‘çark etmeli’ ve şehrin dünü, bugünü ve yarınlarını böyle bir kavrayışla planlamalısınız.

Aksi halde şehriniz serseri, haylaz ve nerde akşam orada sabah gafil bir ruhun çocuğu olarak istikbalini ziyan edecektir. Siz, süslü ve şaşalı laflar etseniz de vitrinlerinizi ışıl ışıl süsleseniz de fetret dönemini yaşattığınız bu şehir, hesabını göreceği ve emanetini geri alacağı günü, 2024’ü hasretle bekleyecektir.

Hele hele bu şehrin hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarını gidermez ve onu tefeci zihniyetlere muhtaç hale düşürürseniz vay halinize! Emin olun, bu anlayış, borcun faizini SADECE ‘mangır’ ile değil İstanbul’un istikbaliyle de şakır şakır tahsil edecektir.

Siz de bu anlayışa hoş görünmek adına; türlü acayip garaip işlere kalkarsınız, yeri gelecek yanlış işlerin propagandasını yapacak, yeri gelecek tiyatro oyunlarınızda sahnelerinizi sunacak hatta daha da ileri giderek şehrinizin maruf ve meşhur markasındaki camiyle dahi uğraşmak zorunda kalacaksınız, bu kaçınılmaz sondur.

Son günlerde bunun acı örneklerinden birini yaşadık ve maalesef bu vakıa ülke gündemini lüzumsuz yere günlerce işgal etti. Üzülerek ifade edeyim ki, gayri müslim vatandaşlarımıza gönderdiğiniz, benim de aslında takdir ettiğim novel hediyesinde, noel baba ritüelinin hediye çorabını bile unutmayacak kadar incelik ve ihtimam gösterirken, Anadolu irfanının 747 yıllık geleneği olan Şeb-i Arus Mevlevi ayini icrasında maalesef aynı hassasiyeti ve ciddiyeti göstermediniz. Üstelik bu ciddiyetsizliğinizi itiraf etmek ve sorumluları hakkında derhal gereğini yapmak yerine Mevlevilik tabiriyle söyleyelim ‘tennuresi eksik semazen misali ‘çark’ üstüne ‘çark’ ettiniz.’

“MEVLEVİ AYİNİ BİR GÖSTERİ VE EĞLENCE VASITASI DEĞİLDİR”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Muhsin Ertuğrul sahnesinde kısa adı EMAV olan Evrensel Mevlâna Aşıkları Vakfı’nın büyükşehir belediyesi organizasyonunda icra etmiş olduğu sözde sema ayini icrasından söz ediyorum.

Kim miş bu EMAV vakfı? diye Google da küçük bir araştırma yapın. Bakın karşınıza neler çıkacak? 24 Aralık 2002 tarihli Hürriyet gazetesi bu vakıf hakkında şöyle manşet atıyor ‘Galata Mevlevihane’sine sarhoş şeyhler mi dadandı?’ Yine 22 Ağustos 2002 tarihli Radikal gazetesi ise vakfın başkanı ve sözde postnişin Hasan Çıkar hakkında şöyle diyor: ‘Hasan Çıkar, bir nevi Ali Kalkancı’.

Bizim meclisimizde şeytanın şerrinden sığınmaya yani besmele çekmeye gerek yoktur, bizim meclisimize asla şeytan giremez diyecek kadar ileri giden bir anlayışın temsilcilerine sahne tahsis etmeye ve üstelik sayın başkanın sosyal medya hesabından canlı yayında vermeye nasıl cüret ettiniz? Sayın Başkan bunun bir hata olduğunu ifade ettiler ve programın içeriğini bilemeyeceklerini ifade ettiler. Doğrudur fakat bu durum daha vahim bir hatayı ortaya koyuyor. Programın içeriğini bilmesi gerekenleri ya da bilmelerine rağmen uygun bulan kültür adamlarını siz göreve getirdiniz. Bu büyük bir yönetim zafiyetidir ve değerlendirmeniz de samimiyseniz gereğini bugüne kadar yapmalıydınız eğer yapmıyorsanız bu yanlışa siz de ortaksınız.

Hoşgörü denildiğinde akla ilk gelen isimlerden Hazreti Mevlâna’nın vuslat gecesi etkinliklerinde izlediğimiz program maalesef büyük bir kültür sefaletidir. Mevlevi ayini bir gösteri ve eğlence vasıtası değildir ve sema ibadet düşüncesiyle yapılan bir ritüeldir. İnanın yahut inanmayın onun orijinal haline saygı göstermek mecburiyetindesiniz” diye konuştu.

“SÖZDE SEMA ETKİNLİĞİNDE KUR’AN-I KERİM TÜRKÇE OKUTULMUŞTUR. BU KONUDA BİZDEN KİMSE HOŞGÖRÜ BEKLEMESİN”

Sevgili meslektaşım Doğan Bey, pazartesi günü sizi dinledikten sonra konuya yaklaşımınızda çok büyük bir hata olduğunu burada ifade etmem gerekiyor, siz meseleyi bir sanat icrası olarak görüyorsunuz ve meselenin sanat erbabı arasında tartışılması gerektiğini düşünüyorsunuz. Fakat burada Romeo Julite’in yahut Hamlet ’in bir uyarlamasından değil, 747 yıllık bugüne kadar hüviyetini ve formunu muhafaza etmiş milli bir değerden söz ediyoruz. Mesela aynı sahnede alevi canları rencide edecek şekilde bir semah icra edilseydi rahatsız olmayacak mıydınız, yine bu bir sanat icrasıdır diyebilecek miydik? Emin olun biz yine aynı gerekçelerle alevi canların hukukunu korur ve itirazlarımızı yüksek sesle ifade ederdik, siz de bugün bu hatayı kabul etmelisiniz, bu erdeme sahip olduğunuzu biliyorum.

Bu programda yedi asırlık bir geleneğe aykırı olarak kadın-erkek bir arada ayin icra edilmiş, ilahi kelamın ruhuna aykırı bir şekilde sözde sema etkinliğinde Kur’an-ı Kerim Türkçe okutulmuştur. Bu konuda bizden kimse hoşgörü beklemesin, hoşgörü her görüye eyvallah demek değildir, hele hele bizler bu rezilliklere asla eyvallah diyemeyiz ve demeyeceğiz.

Bir vakitler dini mübiyni İslam’ı toplum mühendisliği malzemesi olarak aslına aykırı olarak yorumlayan ve bu yorumu despotik ve zalimce halka dayatan bir anlayışın yapıp ettiklerinden hiç mi ders çıkartmayacağız? İsmet İnönü’nün bizzat hazırlattığı ve devlet yayınlarından çıkan 10. Yıl kitabında Mevleviler için soytarı tabirini kullanan bir anlayışın bugünkü halefleri bir sema ayinini, bir tarikat ritüelini üstelik devrim kanunlarına rağmen canlı yayınlıyorsa bu özgürlükler adına önemli bir adımdır. Fakat bizleri böyle bir rezalet izleyeceğimize keşke hiç yapılmasaydı demek zorunda bırakıyorsunuz. Bakın bu gurup her yıl 10 Kasım’da Atatürk İlahileri ve Atatürk Sema Ayinleri de icra eden bir gurup. Maalesef sema ayini gibi ortak bir değerimizi olduğu kadar Atatürk’ü de istismar eden bir anlayışla karşı karşıyayız. Bizim nazarımızda bu anlayışın Atatürk’e olan benzerliğini ticarete tahvil eden, Atatürk üzerine yazılan ve neredeyse asgari ücret fiyatında satılan kitaplarla cebini dolduranlardan hiçbir farkı yok.

Peki, istismarcıların akıbetinden hiç mi ibret almayacağız? Bu milletin bu davranışları en ağır şekilde cezalandırdığı sayısız örnek varken hala niye bu kadar inat eder ve bildiğinizi okumaya devam edersiniz?

Her ne kadar Hazreti Mevlâna Cemaleddin olarak yani dinin hoşgörülü yüzü olarak bilinse de adında var olan Celaleddin’den, biraz celalinden de konuşmak zorundayım.

Çünkü o şöyle diyor:

‘Men bende-i Kur’anem, ta can darem/

Men hâk-i reh-i Ahmed Muhtarem

Ger nakl künet cüz in kes ez güftarem

Bizarem ez o vü zan suhen bizarem.”

“Yaşadığım müddetçe Kur’an’ın bendesiyim/Hazreti Muhammed’in (SAV) yolunun toprağıyım / Birisi benim sözümden bundan başka bir söz Naklederse, ondan da o sözden de bizarım.”  diyen Hazreti Mevlana’nın ve onun dervişlerinin hukukunu korumak ve Anadolu’nun yüce değerlerini aslı gibi muhafaza etmek hepimizin müşterek sorumluluğudur.

İşte bu sorumluluk anlayışıyla her yıl Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus etkinlikleri, siyaset üstü bir ortak payda işlevi görürken, yaptığınız bu faaliyetle maalesef bu güzel mecrayı siyasi ayrışmanın ve siyasi tartışmanın odağı haline getirmek gibi büyük bir iş başardınız. Bunu başaran büyükşehir belediyesi bürokratlarını tebrik ediyorum. Umarız bu konuşmadan sonra önümüzdeki yıl yine bizi benzer bir konuşma yapmak zorunda bırakmazsınız” şeklinde konuştu.

“BAŞARIMIZIN ALTINDA RECEP TAYYİB ERDOĞAN DİYE YAZILAN VE SAMİMİYET DİYE OKUNAN KOCA BİR HAKİKATİN İMZASI VARDIR”

Türkiye hepinizin bildiği gibi tramvatik bir toplumdur ve tramvaları üzerinden geçmişte ülke siyasetini dizayn eden kimi anlayışların; başörtüsünü sembolleştirip onun üzerinden toplumu kutuplaştırdıklarını, alevi canları ve Sünniliği toplumsal kutuplaşmanın stratejik enstrümanları olarak gördüklerini, Türkçe ezan ve Kur’an bahsini temcit pilavı gibi pişirip pişirip gündeme servis ettiklerini, toplumu laik ve gerici şeklinde ayrıştırdıklarını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Bu hastalıklı duruma ilişkin vakıalar 60 darbesinde, 80 darbesinde, 70’ de, 28 Şubat’ta görülmüş, güncel tabirle söylersek 15 Temmuz’da da pig yapmıştır. Milletin eliyle vurulan 15 Temmuz aşısı çok şükür bu virüsleri milli bünyemizden defetmiş ve ülkeyi entübeye sokacak büyük bir felaketten kurtarmıştır.

Hepimiz, tüm siyasi partiler, her türlü farklılığa rağmen en az Covid kadar tehlikeli olan ve milli bünyemize zarar verecek ve toplumsal ümmün sistemini zayıflatacak her türlü aksiyona mesafeli durmak konusunda daha dikkatli olmak zorundayız. Hele hele konu manevi değerlerimiz ve ortak kültürümüz olunca bu dikkat çok daha üst düzeyde gerçekleştirilmelidir.

Size birileri, kimi akıl daneler: toplumun sinir uçlarını harekete geçirip, ortalığı tozu dumana katarak yönetsel eksikliklerinizi maskeleyebileceğinizi salık verseler de siz onları asla dinlemeyin, işinizle hizmetinizle gündemde olmayı tercih edin. Kuru siyasi çekişmelerin ortasında İstanbul’u kurban etmeyin.

Algı hileleriyle, iletişim stratejileriyle, kurdele belediyeciliği ile İstanbul’dan Ankara’ya ‘Kanal Ankara’ projesi hayali kuranların sayın cumhurbaşkanımızın başarı hikayesini kendilerine örnek aldıklarını görüyoruz. Bu, samimiyetle ifade edeyim ki bizim için gurur vericidir. Fakat şunu ıskalıyorsunuz! İstanbul’dan Ankara’ya başlattığımız iktidar yürüyüşümüzün; çevreden merkeze şahlanan o kutlu koşunun arkasında ne algı ne kurgu ne imaj ne de makyaj vardır. Başarımızın altında Recep Tayyib Erdoğan diye yazılan ve samimiyet diye okunan koca bir hakikatin imzası vardır.

Son olarak, şu uyarıyı yapmak istiyorum: İstanbul, maddi ve manevi varlığıyla bir bütündür. İstanbul’un manevi mirasından, o büyük haşmetli ruhun surlarından bir tuğla düşse hepimiz kıyama kalkarız. Bu şehri ne tek dişi kalmış batı medeniyetinin kirli tezgahlarına, ne de kimilerinin şahsi ikbal ve heveslerine bırakmamakta kararlıyız ve bırakmayacağız.

Buradan hepimize bir ders olacak Hazreti Mevlana’nın bir nasihat incisiyle sözlerime son vermek istiyorum: Adalet: ağaçlara, çiçeklere su vermektir, zulüm ise dikenleri sulamaktır. Bu milletin has bahçesinde hiç kimse dikenleri sulamaya ve ayrılık tohumları ekmeye niyetlenmesin.

Seçimlerde ne demiştiniz? Mart’ın sonu bahar! Geçen konuşmamda Sezen Aksu’dan alıntı yapmıştık, bu kez de delikanlılık dönemimizin solisti Teoman’a kulak verelim ‘İstanbul’da Sonbahar’ adlı o muhteşem şarkısında şöyle diyor: İstanbul bugün yorgun, üzgün ve yaşlanmış, biraz kilo almış, ağlamış yine…

İstanbul! Sen üzülme ve asla mahzun olma!

31 Mart 2024 gecesi inşallah kısa bir ayrılıktan sonra hepimiz için düğün gecesi yani Şeb-i Arus olacak, o güne kadar seni ‘BU DA GEÇER YA HU!’ selamıyla selamlıyor, hepinize hürmet ve muhabbetlerimi arz ediyorum.” diyerek konuşmasını tamamladı.

selyus