Veli DALBUDAK

Selam Olsun

VADİYE ADINI VEREN KUTSAL SU

Bozuk patika yolda sarsıla sarsıla ilerlediğimiz traktör, dik yokuşu meranın ters tarafından inipte sola doğru kıvrılıverdiğinde küçük çalıların hakim

VADİYE ADINI VEREN KUTSAL SU

Bozuk patika yolda sarsıla sarsıla ilerlediğimiz traktör, dik yokuşu meranın ters tarafından inipte sola doğru kıvrılıverdiğinde küçük çalıların hakim olduğu yemyeşil mera gözlerimize ziyafet çekiyordu. Tabii benim gözüm meranın bittiği yerden tepeye doğru uzanan tarladaydı. En tepeden aşağıya doğru sıra sıra dizilmiş ağaçları görünce şaşırmadım desem yalan olur. Biraz daha boylanmıştı üç yıl evvel diktiğimiz ceviz ve bademler. Onların hemen önünde yüzyılın heybetiyle dimdik duran meşe ağacını görünce köklerimi görmüş gibi oluyorum. Kimbilir kaç yaşında bu ağaç? Dedelerim, ninelerim, amcalarım, halalarım, babam ve annem bu tarlada ekin biçerken onun altında gölgelendiler. Ben de o gölgede buz gibi Karapınar suyundan yapılmış ayranı diktim kafama. O gölgede yedik tatlı tatlı yemeğimizi ve orada güzel sözler söyledik birbirimize. Burada söyledik türküleri ve burada kavga ettik bu toprağın suyu ve ekmeğinden beslenip nankörlük edenlerle ve kardeşlikten ayrılanlarla. Tüm sözlerimize şahittir bu heybetli meşe. Hatta söylemeyip aklımızdan geçirdiklerimize bile. Yorgun bedenlerimizi meşenin serinliğinde verdik uykuya. Ne rüyalar gördük bu kadim gölgede. Meşe rüyalarımıza da şahittir Allah bilir…

Gözlerimi bu defa vadinin diğer yüzüne kaydırıyorum. Adeta çok kalabalık bir ordunun tepenin ardından çıkıvermesi gibi duran genç çam ormanı, aşağıdan gelen yeşilin açık tonlarının koyulaşarak doruk noktaya ulaştığı ve mavi gökyüzüyle kucaklaştığı muhteşem bir tablo olarak duruyor karşımda. Traktörü durduruyorum, hep birlikte atlıyoruz aşağıya. Çimenlerin üzerinde şakalaşarak koşuşturuyoruz, çocuklar gibiyiz. Bir çalının dibinde birkaç kuzukulağı buluyorum. Bu doğal ekşi tadı ne kadar özlemişim… gerçekten çocukluğuma alıp götürüyor beni… Çimenlerin üzerine oturuyoruz ve az önce resmini çizmeye çalıştığım muazzam tablonun keyfini çıkartıyoruz…

Karapınar’ın suyu oturduğumuz yere kadar ulaşıyor, kâh dedemin diktiği kavak ve söğütlerin arasından dolaşarak, kâh çimenlerin arasından suyun geçe geçe açtığı arklardan akarak. Rahmetli dedem, günaşırı bu git gel 6-7 kilometrelik yolu yürür, tek başına bu güzel yere gelir, diktiği ağaçları sular, bakımlarını yapar, mevsimine göre yenilerini diker, yorulunca da gölgede güzel bir uyku çekerdi. Ben çocukluğum da bu davranışı bir türlü anlayamaz, dedemi asosyal bulurdum. Halbuki şimdi onu çok iyi anlıyorum. Dedikodudan uzak, tabiat sevgisi dolu ve gelecek nesillere ulaşacak bir eser bırakma azmi, aynı zamanda onun faydalı zaman geçirdiği meşgalesi oluyordu. Oturduğum yerden kalkıyorum, dedemin ağaçlarının arasında dolaşıyorum. Nöbeti devralmış gibi, tıkanmış bir kaç su arkını açıyorum. Uzun süredir suyun ulaşmadığı belli olan taraflara da suyun akmasını sağlıyorum. O bölgede ki otlar, çalılar ve ağaçlar yapraklarını yerlere eğerek selam veriyorlar bana. Düşünüyorum da dedemi hatırlıyorlar mı acaba?

Ağaçlarla selâmlaşma ve dedemi rahmetle anma törenim sona ererken, ben de yavaş yavaş yamacın orta yerine kadar geliyorum. Güneş ışınlarının delip geçemediği iri yapraklı ve heybetli çınarların kopkoyu gölgesinde büyük bir şadırvan ve şaldır şaldır akan suyun doldurduğu uzun hollukları ile işte Karapınar! Vadiye adını veren kutsal su… Belki de bin yıldan fazladır akıp gidiyor buz gibi bir neşe saçarak etrafa…

Veli DALBUDAK

selyus