Veli DALBUDAK

Selam Olsun

HASTANE BAHARI

Yemyeşil doğanın içinde pırıl pırıl bir hastane burası. Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye Koğuşunu hangi hastanede yazdı bilmiyorum ama bu güzel hastanede ancak hastane baharı diye bir yazı yazılabilir.

Peyami Safa’nın meşhur Dokuzuncu Hariciye Koğuşu okuyucuya karamsarlık imgesinin doruk noktasını verir. Zaten tek başına hastane kelimesi insanı hüzünlendirmeye yetmez mi? Hele  Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda olduğu gibi eski Türkiye’nin eski hastaneleri, o meşhur hastane kokusuyla, pisliğiyle, daracık odalarda üstüste hastalarıyla, yetersiz doktor, hemşire ve hastabakıcılarıyla zaten hasta olmanın getirdiği hüzün, karamsarlık ve umutsuzluk duygularını kamçılıyordu.

Sıra bulup muayene olmak, yatak bulup tedavi olmak hasta yakınlarının yoğun çabalarına ve bir tanıdık bulup torpil yaptırmaya bağlıydı. Hikayeler, öyküler, romanlar, hatta şiirler dönemin sosyal hayatından izler taşır. Tıpkı Tolstoy’un Anna Karenina’sında ve Goethe’nin Genç Werther’in Acıların’da olduğu gibi. Anna Karenina’yı okurken dönemin şehirli Ruslarının yaşam tarzını, köylülerin tarlalarda çalışma biçimini, siyasetçilerin ve entellektüellerin dünyaya bakışını, sosyoekonomik yapıyı ve coğrafyayı gözünüzün önünde canlandırırsınız. Genç Werther’in acılarında ise genç bir Almanın gözünden dönemin Alman sosyokültürel yapısını izlersiniz. Türk edebiyatında da durum benzerdir. Yaşar Kemal İnce Memed’te Çukurovanın kasabalarını, köylerini ve dağlarını ve orada yaşananları yerel dili de çok iyi kullanarak yansıtır. Reşat Nuri “canım bu kadarı da ancak romanlarda olur” dedirten abartılı kurguculuğunun içinde bile dönemin ruhunu olduğu gibi verir okuyucuya.
Asıl mevzumuz olan hastane konusunu da Peyami Safa’nın bilerek yada bilmeyerek olduğu gibi anlatarak dönemi yansıttığı barizdir.

Bugünlerde hastanedeyiz. Babam ameliyat olacak. Yeni yapılan Balıkesir Üniversitesi Hastanesinin büyük, ferah, temiz ve geniş ufuklu manzara sunan odasındayız. İnşaAllah başarılı bir ameliyat geçirir ve babam eski sağlığına kavuşur.

Yatağın yanındaki koltuktan hastane baharını seyrediyorum. Yüksek tepelerin geniş bir halka çizer gibi çevrelediği Balıkesir silueti karşımda. Onun etrafını da geniş ve verimli Balıkesir Ovası çeviriyor. Sapsarı hardalların süslediği boş bırakılmış tarlaların arasında, bol kardan iyi beslenmiş buğday tarlaları, küçük çalıların da mantar gibi içinde yeraldığı yemyeşil meraya kadar uzanıyor. Hemen yanında ise beyaz çiçekleriyle gelin gibi süslenmiş badem ağaçları arzı endam ediyor. Ovanın içinde uzaktan küçük camileri ve uzun minareleri, koyu kırmızı kiremitten çatıları ile gelişigüzel serpiştirilmiş gibi duran köyler tabloya hayat katıyor. En gerideki yüksek tepelerin üzerinde hayal meyal seçilen elektrik üreten rüzgar değirmenleri de bana gözüpek savaşçı Donkişot’un varlık sebebi yeldeğirmenlerini hatırlatıyor.

Yemyeşil doğanın içinde pırıl pırıl bir hastane burası. Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye Koğuşunu hangi hastanede yazdı bilmiyorum ama bu güzel hastanede ancak hastane baharı diye bir yazı yazılabilir.

Her ne kadar hastane rahat ve konforlu ise de, pencereden görünen bu güzel ve rengarenk bahar hastalara şifa bulma yolunda moral vererek, bir an evvel iyileşip pencereden görünen davetkar baharın içine dalma arzusu veriyor…

selyus