Veli DALBUDAK

Selam Olsun

İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN

Sessiz bir yerde yalnız başınıza değilseniz, genellikle kuş seslerini duymazsınız. Ağaçların dal ve yapraklarının çıkardığı sesleri ise hiç duymazsını

İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN

Sessiz bir yerde yalnız başınıza değilseniz, genellikle kuş seslerini duymazsınız. Ağaçların dal ve yapraklarının çıkardığı sesleri ise hiç duymazsınız. Kurumuş bir yaprağın üstüne bastığınızda, çıkan o ritmik çıtırtının farkında bile olmazsınız. Uzaklardan bir köpek havlaması, yakınınızdaki pek çok aracın homurtuları arasında kaybolur. Eğer şehir hatları vapurunda, güzel bir günde, güvertede, boğazı geçiyorsanız martıların sesini duymamanız imkansız. Bir de, İstanbul’un kadim dostları sevgili kargalar var, seslerini mutlaka duyururlar. Ama, bu sesi de keşke duymasaydım dersiniz.

Duymaktan nefret ettiğinizi bildiğim iki ses daha var. Siren ve korna sesleri. Metropolde, maalesef yoğun trafiğin büyük sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Ambulans ve itfaiye’yi bir yere kadar anlayabiliriz, fakat özellikle trafik polislerinin, hiçbir işe yaramayan , üstelik gereksiz bağırdığı için, ne dediğini anlamadığımız, son derece kaba ve hoyrat anonsları, açık pencerenizden, istirahat halinde olduğunuz evinizin içine, yada ofisinizde önemli bir toplantının tam orta yerine bomba gibi düşebilmektedir. Bazen, pencereyi açıp, megafonu elime alıp,

“Niye bas bas bağırıyorsun, bütün yapabildiğin etrafı rahatsız etmek mi ?” diye sormak istiyorum. Eğer, bu memura, bu rahatsızlık veren sistemi günde üç defadan fazla kullanamazsın diye talimat verilse, her seferinde kullanmadan önce mutlaka düşünecek ve vazgeçerek daha optimum ve sağlıklı çözümler üretecektir.

Eminim ki, artık polis okullarında, etrafı rahatsız edenleri uyarmak için, bütün mahalleyi gümbür, gümbür gümbürdetmenin, ilkel ve aciz bir yöntem olduğu öğretiliyordur. Büyükşehir , doğası gereği, içinde yaşayanlara stres yüklüyor. İnsanların iş yükü çok ağır. Devlet, verginin önemli bir bölümünü büyük şehirlerden topluyor. Toplum sağlığı ve moral değerler düzgün olursa, ülkenin iş verimi de yüksek olur. Gitgide büyük yüzdelerle artış gösteren gayri safi milli hasılamızla paralel olarak, toplumsal modernleşme penceremizin, öncelikle devlet tarafının ardına kadar açılması gerekir. Sürdürülebilir büyüme , sağlıklı, güçlü ve kendine güvenen insan unsuru ile gerçekleşir. Devleti tarafından ezilen, horgörülen, sindirilen, özgüveni yıpratılmış milletler, tarih sahnesinde figüran olmaktan öteye geçemezler.

Devletin gerçek sahibi millettir. Milletsiz bir devlet, ne işe yarar? Bugün adına “Devlet Memuru” dediğimiz görevliler, aslında devletin gerçek sahibinin, yani “milletin hizmetkarı” olmalıdırlar. Bu felsefe, bu topraklarda terkedilmiş olabilir, fakat o kadar köklüdür ki unutulamaz. En zor şartlarda kendini hatırlatmayı başarır.

“İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” sözü bizim atalarımıza ait değil mi yoksa?

selyus