Lerzan Tuğba ŞAHİN

Bir Varmış Bir Yokmuş

KUSURSUZ CİNAYET YOKTUR

Gecikmeli yazıma başlarken, 3 Ekim’de not aldığım fakat köşe yazımı tamamlayamadığım için değinmediğim bir alıntıyla başlamak istiyorum:

“Kral Salman’ı severim ama ona dedim ki, bak kral! Seni koruyoruz. Biz olmasak orada, iktidarda 2 hafta bile duramazsın, ordun için ödeme yapmalısın.” (Trump: I told Saudi King, he wouldn’t last without U.S. support/REUTERS, 03/10/2018.) Sözler belirttiğim üzere ABD başkanı Donald Trump’a ait. Trump’ın, kral Salman’a Mississippi mitinginden bu  tehditleri yağdırdığı sıralarda evlilik belgesi için Washington’daki Suudi Büyükelçiliği tarafından İstanbul Başkonsolosluğu’na yönlendirilen Washington Post yazarı Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı (2 Ekim 2018) İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu binasına girdikten sonra ortadan kayboldu.

Gazeteciden bir daha haber alınamaması üzerine yapılan araştırmalar Kaşıkçı’nın Başkonsolosluk binasında tutulduğu yahut öldürüldüğü iddialarını güçlendiriyordu. Suudi Arabistan makamları, Türk yetkililerimizin binada arama yapmasına izin verme fikrine yanaşmıyor adeta zaman kazanılmasını istercesine süreç uzuyordu. Oysa herşey gün gibi ortadaydı. Olay günü 15 kişilik Suudi tim Türkiye’ye giriş yapıyor, Kaşıkçı Binaya girerken kapıda bir minibüs duruyor ve gazetecinin binadan çıkarken kameralarda kaydı bulunmuyor.. Uzun süredir tehditler alan Kaşıkçı, belli ki ABD’de emniyette olmadığını biliyordu, hatta Türkiye’de ev satın almış olması Türk nişanlısı olmasından daha fazla bu kanıyı destekliyor. Ancak yine de Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’ndaki randevusuna yalnız gitmesi de şaşırtıcı geliyor (bina önünde onu bekleyecek birileriyle gitmeyi tercih edebilirdi). Çünkü Kaşıkçı aldığı tehditlerin ne şekilde kendisini tuzağa düşürebileceği konusunda fikir sahibi olacak kadar tecrübeli, bu da şu demek oluyor ki, birileri onu can güvenliği konusunda problem olmadığına dair ikna etmiş olabilir. Ya da cinayetin emrini veren üst akıl ve kurguyu gerçeğe dönüştürme planını yapanlar kusursuz bir cinayeti işlediklerini sanarak gözlerini kararttı. Türkiye – Suudi Arabistan ilişkilerini kaos doğuracak bir boyuta taşımak isteyen aynı üst akıl, bir taşla iki kuş vurmak istedi fakat işler hesapladıkları gibi gitmedi. Anlaşılan Arap dünyasının ifade özgürlüğüne ihtiyacı olduğunu savunan ve eleştiren Kaşıkçı, öldürülmüş ve sonra cesedi ortadan kaldırılmıştı. Olayın araştırması sürerken bir kaç gün evvel 15 kişilik cinayet timindeki isimlerden biri kazada öldü ve ardından akıllara ‘olayın failleri ya da faillerin bir kısmı tek tek ortadan mı kaldırılıyor?’ sorusu geldi.

Uzun bir zaman zarfının ardından Türkiye’ye konsolosluk binasında arama izni verildi. Zihinlerdeki soru işaretleri cevabını beklerken yetkililerimizin olayla ilgili süreç boyunca ve nihayetinde binada da yaptığı araştırmalar neticesinde elde ettiği bulgular sonucunda Suudi Arabistan’ın olayı inkar etme şansı kalmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kral Salman’la yaptığı telefon konuşmasının ardından, geçtiğimiz Cumartesi gecesi ise Suudi Arabistan yaptığı açıklamayla Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul Başkonsolosluğu binasında ‘yaşanan arbede’ neticesinde öldüğünü ve 18 Suudi vatandaşının olayla ilişkileri olmaları sebebiyle gözaltına alındığını açıkladı. Kaşıkçı’yı ortadan kaldırmak isteyenler bunu ABD’deki Büyükelçilik’te de yapabilecekken neden İstanbul tercih edildi? Cinayet her noktasıyla planlandığı gibi işleseydi getirileri ne olurdu? Bu sorulardan yola çıkarak olayı değerlendirmemiz gerek.

Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Üsküdar-Ümraniye-Çekmeköy ve Sancaktepe metrosu açılış töreninde yaptığı konuşmada Kaşıkçı olayıyla ilgili 23 Ekim Salı günü açıklama yapacağını ifade etti.

İlginizi çekebilir

GÜN BATARKEN

GÜN BATARKEN

selyus