Ana Sayfa İÇ POLİTİKA 24 Ağustos 2015

BİR NEFRETİN ANATOMİSİ… OLUP BİTENLERİN GERÇEK ANLAMI

Başkan Temurci, “Bu yazımızda bu nefretin en yalın şekilde özetini çıkaracak, analizini yapacağız. Öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum: Bazı yabancı ülke ve güç merkezlerinin Türkiye’nin büyüyüp gelişmesini ve uluslararası sahnede küresel bir aktör olarak rol almasını istemediklerini ve hiçbir zaman da istemeyeceklerini biliyoruz.”

AK Parti İstanbul İl Başkanı Dr. Selim Temurci’nin haftalık gündem köşesinden yazılarına ara vermeden devam ediyor. Başkan Temurci bu son “BİR NEFRETİN ANATOMİSİ… OLUP BİTENLERİN GERÇEK ANLAMI” başlıklı yazısında önemli analizler yaptı.

İl Başkanı Dr. Selim Temurci, “Hayatın birçok alanında olduğu gibi, daha iyiyi, daha güzeli bulmak ve insanların mutluluğunu geliştirmek adına siyasette de rekabet asıldır ve gereklidir.

Ancak AK Parti’ye karşı kurulan ve ideolojik yekparelik içermediği için yer yer kafa karışıklığına da neden olan şer ittifakını ve yürütülen öfke ve nefret kampanyalarını siyasetin doğasında olan rekabetle açıklayamayız.

Bu yazımızda bu nefretin en yalın şekilde özetini çıkaracak, analizini yapacağız.

Öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum:

Bazı yabancı ülke ve güç merkezlerinin Türkiye’nin büyüyüp gelişmesini ve uluslararası sahnede küresel bir aktör olarak rol almasını istemediklerini ve hiçbir zaman da istemeyeceklerini biliyoruz.

Bu güç merkezlerinin, ülkemizde, kendi amaçları açısından “elverişli” gördükleri her anlayış, zihniyet ve kesimle birtakım işbirliği içine girmelerini de anlıyoruz.

Konumuz bunlar değil.

Konumuz bu ülkenin aşını ekmeğini yiyip suyunu içen, kendisini yerine göre siyasetçi, yerine göre akademisyen, yerine göre sanatçı, yerine göre medya, yerine göre iş dünyası, yerine göre aydın-entelektüel, yerine göre ilerici-modern diye niteleyen ve AK Parti karşıtlığını ortak payda edinmiş kesimlerin ruh analizidir.

Bunlar, kurulduğu andan itibaren ve seçim dönemlerinde özellikle ayyuka çıkan bir AK Parti düşmanlığı, bir Erdoğan nefreti içerisindeler.

Bu uğurda terör dahil her yöntemi mubah sayan, destekleyen, işbirliği içine giren bir cinnet halindeler.

Hiç kuşkusuz, bu cinnet halinin arkasında yatan bir zihin var.

İşte bu yazıda o zihnin kodlarını deşifre etmeye çalışacağım.

Her ne kadar arada zaman zaman gri tonlar olsa da, genel itibarıyla Türkiye’de siyasete egemen olmuş 2 ana çizgi var:

Biri milleti ve milletin değerlerini esas kabul eden çizgi.

Diğeri, milleti ve değerlerini en hafif deyimle sevmeyen, doğru bir nitelemeyle ise millete düşman olan ve siyasetini milleti zorla dönüştürmeye amade kılmış çizgi.

Bu ikinci çizgi, 1950’lerde millet düşmanlığını Menderes üzerinden yapıyordu.

1980 ve 90’larda Özal üzerinden yaptı.

Günümüzde ise millete olan düşmanlıklarını Recep Tayyip Erdoğan üzerinden yapıyorlar.

“Erdoğan nefreti” derken, aslında dillerinin altındaki asıl anlam “millet nefreti”dir, bu kadar net!

Peki milletten niye nefret ediyorlar?

Asıl sorumuz bu zaten.

Bu zihinle millete nefret duymaktan başka bir yere varılamayacağına göre, bu zihin nasıl bir zihin?

 En öz şekilde söylersek, Fransız aydınlanmasıyla birlikte ortaya çıktığı halde günümüzde benzeri Fransa’da bile kalmamış “müzelik bir pozitivist” zihin.

Bu zihin şöyle işliyor:

Bu zihne sahip olanlar, öncelikle kendilerinin millet için “doğru” olanı, “yararlı” olanı, bildiğine inanıyor.

Sadece buna inansalar neyse ama buna inanmakla kalmıyor, bu bildiğinin millet üzerinde kendisine bir ayrıcalık, üstünlük, imtiyaz, kısaca bir “hak” doğurduğuna da inanıyor.

“Biliyorum, o halde bilmeyen cahillere karşı bana hak doğdu!”

Kaynağı kendinden menkul bu “hak” anlayışıyladır ki, sandığı sevmiyor, sandığa saygı göstermiyor, milletin seçtiklerine her türlü hakareti yapıyor, millet kime en çok teveccüh göstermişse, en çok düşmanlığı ona yapıyor.

Millet kendi istedikleri gibi düşünüp kendi istedikleri gibi yaşamadıkça, bu zihniyet sahiplerinin mutmain olmaları mümkün değil.

Kendileri ilericiler, modernler, çağdaşlar…. Millet ise geri, tutucu, örümcek kafalı…

Türkiye büyümüş, kalkınmış, zenginleşmiş, yollar, köprüler, hastaneler, havaalanları, üniversitelerle donatılmış, umurlarında bile değil.

(Düşünün ki bu ülkede “Erdoğan istediği kadar hizmet yapsın, kadeh kaldırmadıkça ona inanmayız” diye yazılar yazdılar.)

Çünkü onlar, bu milletin bazı değerlerinden arınmasını her şeyden önemli, her şeyin üstünde görüyorlar.

Çünkü onlar “biliyor”, millet ise onların bildiğini bilene kadar cahil olarak yaftalanmaya mahkum!

Zaman zaman millete “bidon kafalı” deseler de, “PKK hiç değilse Kürt halkını dinden uzaklaştırıyor” yollu dolaylı ifadelerde bulunsalar da, çoğu zaman “asıl karın ağrılarını” netlikle ortaya koymuyorlar.

“Biz aslında milletin değerlerinden nefret ediyoruz” diyemiyorlar.

Bunun yerine, “çağdaşlık, yaşam biçimi, çevrecilik, yolsuzluk vb” maskelerin arkasına saklanıyorlar.

Ancak işin özü, özeti budur.

Evet, 2 çizgi, 2 zihniyet…

Ve… Recep Tayyip Erdoğan’dan Ahmet Davutoğlu’na, AK Parti bu ülkede “Millet” diyen çizginin en gür sadasıdır.

Bazılarının nefret ve düşmanlığı bundan işte!”

 

selyus