Ana Sayfa İÇ POLİTİKA 4 Ocak 2017

Kadir Gurbetci ile samimi bir söyleşi

İstanbul’un önemli ve saygın bir ismi mali müşavir Kadir Gurbetci ile siz İstanbul Takipte Haber Sitesi okurlarımız için sıcak ve samimi bir ortamda çok özel röportaj yaptık.

İSTANBUL TAKİPTE HABER SİTESİ – ÖZEL RÖPORTAJ – İstanbul siyasetinin saygın ve deneyimli ismi Kadir Gurbetci ile siz okurlarımız için Ulaşım sistemi ve şehirde yaşama kültürü, şu an ülke gündeminde önemli yer tutan başkanlık sistemi ve yönetim felsefesi konularında bir röportaj yaptık. Çok samimi ve sıcak bir ortamda sorularımıza cevap veren Kadir Gurbetci, siyasetin içinde olanlar ve ya üst düzey yöneticilik yapanlar bulundukları makamlardaki görevlerini meslek olarak söylemelerine karşı olduğunu ifade ederek, “Ben mali müşavirim, mesleğim bu. Diğer yaptıklarım geçici görev” diye açıklamada bulundu. Çok istisnayı durumlar haricinde bir yönetici bulunduğu makamda çok kalmamalıdır diyerek özellikle altını çizdi…

Sayın Kadir Gurbetci, “Ulaşım sistemi ve şehirde yaşama kültüründen bize biraz bahseder misiniz?“

Tabi şehirler 2050 yılı itibariyle dünya nüfusunun yüzde 70’e yakın bir bölümüne ihtiva edecek. Yani 2050 yılına geldiğimizde, dünya nüfusunun yüzde 70’i şehirlerde yaşıyor olacak. 1950’li yıllarda İstanbul’da ilk gecekondulaşma Silahtar, Gaziosmanpaşa, Zeytinburnu ve Bayrampaşa civarında başladı. O zamanlar nüfus düşük seviyede idi. Fakat ilerleyen yıllarda özellikle kamu otoritesinin ekonomiyle de bağlantılı olarak yeteri kadar planlama, sevk ve idare, yönlendirme yapamamasından kaynaklanan ciddi niteliksiz yapı stoku oluştu. Şimdi de gerek genel, gerekse yerel siyasiler, yöneticiler bunları düzeltmek için tabiri caizse kılı kırk yararak çalışma yapıyor, ciddi de zorluk çekiyor.

Dünya’da her hafta 1 milyon insan daha iyi şartlar bulma umuduyla şehirlere göçüyor.

Kolorado eski Belediye Başkanı Mr. Webb’in çok manidar bir sözü var. Özellikle 19. Yüzyıla İmparatorluklar yılı, 20. Yüzyıla ulus devletlerin hakim olacağı yüzyıl, içinde bulunduğumuz 21. Yüzyıla da şehirlerin yarışacağı yüz yıl olarak ifade ediyor. Bir örnek vermek gerekirse: Paris’e giderken nereye gidiyorsunuz diye bir sorulduğunda, siz Fransa’ya demiyorsunuz, Paris’e diyorsunuz. Frankfurt’a giderken Almanya demiyorsunuz. Veya Dubai’ye giderken Birleşik Arap Emirlikleri demiyorsunuz. Herhalde İstanbul’a gelenler çok az Türkiye diyordur. Yani içinde bulunduğunuz 21. Yüzyılda şehirlerin çok öne çıktığı bir yüzyıl olacak. Dolayısı ile şehirler yarışıyor.

Tabi şehir ne demektir? Şehir, birçok kültürü, birçok fırsatı, içinde barındıran, rekabet ortamının alabildiğince geniş olduğu, kariyer yapmanın ve fırsatların çok fazla olduğu, devingen, hareketli ve birçok arzu edilen ihtiyaçlara kolay ulaşılabilen yaşama alanı şehir.

Bir defasında şunu duymuştum: şehir aslında bir posta puludur, kentte damga puludur. Yani posta pulu daha sıcak. Şehir daha sıcak. Damga pulu biraz daha resmi. Kent daha resmi. Biz tabi şehirden yana olmalıyız. Çünkü şehir birazda bizim geleneklerimize daha uygun bir format sunuyor. Tabi bu süreçte şehrin böyle güzel özellikleriyle beraber ortak yaşam alanları oluşuyor. Ortak alanların çokluğu önemli. Burada öne çıkanlar: enerji ciddi bir ihtiyaç. Erişim, ulaşım, yeşil alan, hava, su, temiz su kaynakları, güvenlik gibi enstrümanlar çok öne çıkıyor, büyük metropol şehirlerde.

 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 70’e yakını şehirlerde yaşayacağını düşünecek olursak, şehir yöneticilerinin, yere yöneticilerin başlı başına bir sorumluluk deruhte etmeleri kaçınılmaz. Yani bütün her işi onlar çözmek durumunda. İstanbul büyükşehir Belediyesi buna büyük bir örnektir. İstanbul’da yapılan en ufak bir güzellik direk yerel otoriteye yazar. Dolayısı ile herkes seçtiğini denetleme, eleştirme, övme anlamında muhatabını biliyor. Yerel otorite ile genel otoritenin çok iyi bir eşgüdüm içerisinde, iyi bir diyalog kurup senkronize olması halinde, orada yaşayan nüfusunda daha nitelikli, daha az saygın, daha kolay bir hayat sürdürme imkanı oluşmuş olur.

Özellikle ulaşımla ilgili bir bahis açılırsa, İstanbul’dan örnek verilebilir. İstanbul’da hemen hemen her 4 kişiden birine motorlu taşıt düşüyor. Türkiye ortalaması da yaklaşık böyle denilebilir. Yani Türkiye’de 21 milyon civarında motorlu taşıt var. İstanbul’da da bunun 5’te biri. Yani 4 milyon civarında motorlu taşıt var.

Şimdi İstanbul’da 70 bin cadde ve sokak var. Siz takdir edin İstanbul’da her gün ortalama 600 yeni araç trafiğe çıkıyor. Örnek vermek gerekirse Roma coğrafik olarak İstanbul’un üçte birine yakındır. İstanbul 5400 kilometre karedir. Ama Roma’nın İstanbul’dan iki kat daha fazla caddesi var. İstanbul’da çok ciddi çalışmalar yapılıyor. Herhalde bunu kamuoyu da yakındır takip ediyor. İstanbul maalesef cadde fakiri bir şehir. Caddelerimiz çok az. Olan caddelerimizde yetersiz. Bu tabi planlama ile ilgili bir durum. Bu bugünün meselesi değil. Ortalama bir 70 yılı hesaplamamız lazım. Dolayısı ile biz ne yapalım da hayatı kolay yaşanılabilir, sürdürülebilir yapalım.

Şehir yaşamıyla ilgili örnek vermek gerekirse, İstanbul’da 12 bine yakın otobüs durağı var. Bütün duraklar aynı işlevde değil ama bir bakış açısı olsun diye bu örneği verdim. Siz otobüsünüzle yolun ortasında yolcunuzu indirirseniz ve alırsanız, geriye doğru bir şok etkisi yapar ve tıkanıklığa sebep olursunuz. Siz isterseniz binlerce otopark yapın. Otobüs şoförünün, minibüs şoförünün ve ya ilgililerin, orada bulunan otobüs durağına park ederek yolcusuna hizmet vermelidir. Ama sivil vatandaşlarımızın da o otobüs durağına 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 161’e E Maddesi gereğince otobüs duraklarının 15 metre sağına ve soluna park etme yasağı vardır. Sivil vatandaşlar olarak bizlerde oraya park etmeyeceğiz ki otobüslerde oraya kolay yanaşabilsin ve bu sıkıntılar olmasın.  

Şehirlerde her bir birey, takım oyuncusu gibi hareket etmelidir..

Bir başka hususta şu: özellikle toplu taşıtı tercih etmenin çok önemli olduğunu tekraren hatırlatmak lazım. Bakınız şu an Avrasya Tüneli hizmete girdi. Denizin 106 aşağısından Avrupa ile Asya birbirine bağlandı. Her iki köprüden 450 bin araç geçiyordu. Şimdilerde sayı biraz düştü. Toplu taşımada Marmaray’ın etkisi oldu. İnsanlar her iki yakaya Marmaray’la gitmek sureti ile köprüyü kullanma oranı düşüyor. Toplu taşıma seçeneklerinizi, konforu ve güveni arttırdığınızda insanlar özel araçlarıyla bunlara tevessül etmeyecek. Buradan hareketle şehirde yaşama bilinci olarak özellikle park etmek kültürü, mecbur kalmadıkça özel araçla dışarı çıkmama, otobüs duraklarının önüne park etmeme ve olabildiğince otoparklara park etmek önemli. Tabi kamu otoritesi de yerel otoritenin de uygun yerlere bölge ve kısmi otoparklar yapmak sureti ile buna çözüm bulmak durumdadır.

 İstanbul emlak değeri çok yüksek olan bir yer. Planlamayla olması koşuluyla acilen uygun olmak şartıyla cadde altlarına, yeşil alan parkların altına, meydanların altlarına, okul bahçelerinin altına, otoparklar yapılmalı. Bunlar yap işlet modeliyle de olur. Hasılat paylaşımı ile de olur. Birçok seçenek var. Acilen bunun gibi çözüm yolları bulunmalı ki insanlar idarecisinin özellikle alternatif olarak arkasından yönlendirme ve bilgilendirme, arkasından da ceza sistemi olduğunda bu imkanları bulsunlar ki vatandaşlarda bu kadar imkanı kullanmadım bende bu cezayı hakettim demesi lazım. Ama insanların seçenek yokken direk cezayla muhatap olması yanlış. Otopark ile ilgili ihtiyaçlar ada bazında çözülmeli. Tabi İstanbul’da işler parsel bazında yapıldığı için küçük küçük parsellerden dolayı çözüme ulaşılmak zorlaşıyor. Hâsılı, yönetici yarını hesaplamalı, günü kurtarmamalıdır. Çünkü devingen bir nüfusumuz var. Göç alıyoruz. Doğum oranı nispeten yükseliyor.

Dolayısı ile şehrin yarınını hesaplamak ve şehrin yarını için plan yapmak durumundayız. Bir felsefe olarak ta:

1- planlama, 2- öncelikleri çok iyi belirleme, 3 – ekibi buna uygun olarak seçme,  4- finans yöntemi, 5 –yöneticinin iyi takibi başarıyı getirebilir.

Sayın Başkan; “Özellikle son birkaç aydır Türkiye’nin gündeminde olan ve halen gündemdeki yerini koruyan, öte yandan da Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşmeleri süren ve de vatandaşlarımızın da öğrenmek istediği başkanlık sisteminden bize biraz bahseder misiniz? “

Tabi Türkiye her coğrafi olarak her ne kadar 780 bin metre karelik bir alana sahipse de, gönül coğrafyası itibariyle de çok geniş bir coğrafyayı etkileme imkanına da sahip. Çünkü milyonlarca kilometreden 780 bin metrekareye düşmüş, ama gönül itibariyle de etki alanı geniş olan bir medeniyet bakiyesi. Böyle düşündüğünüzde siz bu refleksi göstermek zorunda kalıyorsunuz.  O kadar büyük medeniyet, o kadar büyük bir tarihin sorumluluğunu üzerinizde taşıyorsunuz ki, bu sizi birçok şeye mecbur bırakıyor.

Ben bu medeniyet bakiyesi ile gerçekten bulunduğum coğrafyaya da etki edeceğim, hak ve hakikatin yayılmasına, adaletin tesisine, insanların huzur ve barış medeniyeti içinde yaşamalarına zemin hazırlayacağım diye bir iddianız varsa, yapısal bazı değişiklikleri de beraberinde yapmak durumdasınız.

Cumhuriyetimiz kurulup, meclisimiz açıldığından yana Türkiye parlamenter sistemle yönetildi. Bugüne kadar da geldik. Şu anda biz 65. Hükümetle yönetiliyoruz. 93 yıldır parlamenter sistemle yönetilen bir ülkeyiz. Yani Erdoğan, Özal ve Menderes Hükümetlerini çıkartırsak bir yılın altına düşüyor, bir hükümetlerin iktidarda kalma süresi. Bu oran bugün 1,5 yıl rakamına AK Parti sayesinde geldi. AK Parti’nin istikrarlı hükümetleri sayesinde bu oran arttı. Siz Başbakan olsanız, 30-35 tane bakanınız olsa, işinizi tanımanız zaten en az 6 ay sürer. Bu süre içerisinde siz planlama, proje, eskilerin devamlılığı, yeniden sistem kurma, rehabilite, tanıma, tanıtma vs. bu ülkeye zaman kaybettiriyor.

 Bunun doğru bir metot olmadığını geçmiş tarihlerde anbean yaşadık. Ve bu kötü tecrübe olarak ta siyasetle ilgilenen, sosyal faaliyetlerle ilgilenen her bir vatandaşımızın bildiği bir konudur. Parlamenter sisteminin de mutlaka faydaları vardır. Fakat bizim gibi refleksleri güçlü olan ve iddiası olan anlayış ve düşünceye sahip iktidarların Türkiye’yi daha istikrarlı, daha sürdürülebilir ve hükümetsiz bırakmama adına bazı eylemlerde bulunması gerekir.

Tabi buna yeni Başkanlık Sistemi de, Cumhurbaşkanlığı Sistemi de deniyor. Neticede burada en büyük kazanım şu olacak; ülke istikrarsız siyasete mecbur bırakılmıyor. Bütün bu konuşmalardan en öne çıkan başlık nedir deseniz?

Birçok şey söylenebilir ama benim kanaatime göre Başkanlık Sistemi, ya da Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde ülke hükümetsiz ve istikrarsız kalmıyor. Kim güçlü ise, kim halka sırtını dayıyorsa, kim halkla beraber olup halkı ikna edebiliyorsa, buyursun Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde başkan olsun. Muhakkak ki her ülkenin kendine has özel sistemleri var.

Türkiye’ halen yarı başkanlık sistemini fiili olarak uyguluyor. Çünkü seçimle gelen cumhurbaşkanımızda halka karşı sorumlu. Halk ona yüzde 52 oy verdi. Yüzde 52 oy alan bir cumhurbaşkanı yarın bir daha seçilmek istediği zaman halkına söyleyebileceği, ona umut verebileceği ve hedef gösterebileceği bazı icraatların da olması gerekir.

Yeni Başkanlık sisteminde kararname çıkartma yetkisi var. Eğer yasama ve denetleme görevini yapacak 600 milletvekilleri eğer bir konuda bir yasa çıkaramıyorsa, yeni Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde Kararname çıkarma yetkisi var. Yasama görevinde bulunanlar çıkarılacak olan ona benzer bir kanununu çıkarmaları halinde o yasa geçerli olacak.

Sayın Gurbetci; “Bildiğiniz üzere yönetim biçimleri ülkemizde sürekli yıllardır var olan bir güç, siz aynı zamanda deneyimli bir üst düzey yönetici olarak bize biraz yönetim felsefesinden bahseder misiniz?”

Siyasi görevler geçici görevlerdir. 2. Abdülhamid, çok iyi bir marangozdu. Ben mali müşavirim. Bir başka yönetici marangoz olabilir, bir başkası su tesisatçısı, elektriktik teknisyen, mühendis, terzi olabilir.

 Burada önemli olan her insanın bir mesleğinin olması; toplum adına, millet adına bir işi deruhte eden, ister muhtar olsun, ister belediye meclis üyesi olsun, ister belediye başkanı olsun, ister vekil, isterse diğer kamu görevlilerinden birisi olsun, bulunduğu, görev yaptığı kurumun hedeflerine, yönetim felsefesine uygun olarak o görevi deruhte etmek durumundadır.

Kamuya ait, özellikle halkın doğrudan seçmiş olduğu insanlar kim doğru söylüyor, kim yapabilir, ayağı yere basan ve inandırıcı olup olmadığını toplum çok iyi bilir. Çok iyi not alır ve seçmesini çok iyi bilir. Seçimlerde sandık önüne geldiğinde gereğini yapar.

 Yönetim felsefesi nedir? Planlamayı başta yaparsınız. Arkasından öncelikleri öne alırsınız. Daha sonra ona uygun ekibi belirlersiniz. Sonrasına finans noktasında bir hazırlık yaparsınız. Arkasından da takip metodu yaparsınız. Birde mukayese etme adına sizinle aynı işi yapan bir kurumu da takip edersiniz. Sizin niyetinizde halis olursanız, işin metafizik boyutuyla Allah bize yardım eder. Biz inançlı Müslüman insanlar olarak bunlara inanan insanlarız. Dolayısı ile biz bir işe başlarken bu işte hassasiyette olduğumuz için yaptığımız işte de bereketli olmasını ümit ederiz. Bereketli olsun diye de doğru işler yaparız. Samimiyetimizi elden bırakmamaya çalışırız. Hatamız varsa da bu hata bize güzel bir insanla söylenmesi halinde de biz o hatayı kabul ederiz, ondan dönmesini de biliriz.

 Napolyon’un çok meşhur sözü var: büyük ruhlu insanlar yapıcı eleştirililerden beslenirler, istifade ederler, küçük ruhlu insanlar ise öfkelenirler. Her bir yöneticiye buna benzer her bir eleştiri ve yaklaşımlar olabilir. Tabi bunların dozajı ve usulü uygun olduğu müddetçe hep bunlardan istifade etmek lazım. Bir yerde uzun süre kalmayı metot olarak benimseyen biri değilim. Yatay ve dikey geçişler olabilir. Çok özel durumlarda bir insan daha uzunda kalabilir. Normal şartlarda bir yöneticini bir yerde uzun kalmasına ben mantık olarak uygun görmüyorum. Bu kendim içinde geçerli. Bakın burada ben kendimi de bağlıyorum.

Riyaset heyecan ister, ilgi ister, görgü ister, ekip çalıştırabilme kabiliyeti ister, nitelik ister, farkındalık ister, yarışarak toplumu öne çıkarma arzusu ister, finansı kullanabilme kabiliyeti ister. Yani siz kamuda bulunurken kamunun bütçesini kendi bütçeniz gibi algılamak durumundasınız. Eğer böyle algılarsanız bütçeyi daha iyi yönetirsiniz. Yönetici kendisini seçenlere öyle bir mesafede durabilmeli ki, öyle bir yakınlıkta durabilmeli ki seçenler ona bir şey söyleyebilme imkanı bulmalı.

Kırgızistanlı Edebiyatçı-Yazar merhum Cengiz Aytmatov’un  “Gereksiz eleştiri gizli hayranlıktır” sözünü yabana atmıyorum. Yani eleştiriyi gereksiz yapmamalı. Konuşmuş olmak için, söylemiş olmak için, yapmış olmak için, bir şey demiş olmak için eleştiri yapmamalı. Toplum ve millet adına bir eksiklik varsa lisani münasebetle mutlak derecede bu söylenilmeli. O cesaret seçende olması lazım.

Sayın Gurbetci; “Yöneticiler istisnai durumlar haricinde bir yerde çok kalmamalı dediniz, ancak özel durumlar ve özel insanlar istisna dediniz, ancak isim vermeden geçtiniz, burada Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan için istisna diyebilir miyiz?”

Çok iyi dediniz aslında. Sayın cumhurbaşkanımız bunun dışında. Biz lider eksenli yöneticilerle yönetiliriz. Yani bu bizim geleneklerimizden gelen bir durumdur. Mesela Türkiye’de ortaklıklar çok uzun sürmez. İnsanlar önce bir zenginleşir. Daha sonra çocuklarımız büyüdü derler ve ortaklığı, gücü bölerler. Aslında doğru değil ama vaka budur. Mesela Türkiye’de yüz yılı aşan kaç tane sayabilirsiniz büyük holding, büyük şirket. Bir elin parmakları kadardır.

Sayın cumhurbaşkanımıza gelince, yaptıkları ortada. Benim söyleyecek bir şeyim yok.  Bütün seçimleri kazanan ve hep üstüne koyan proaktif. Yarını hesaplayan, iş yapan. Lider eksenli yönetici. Dönüşümcü lider. Dönüşümcü lider diyoruz, niye? Bir şeyi ortadan kaldırıyor ama yerine başka bir şey koyuyor. O koyduğu şey de daha rasyonel, daha kuşatıcı, daha evrensel, daha sürdürülebilir. Sayın cumhurbaşkanımızın almış olduğu riskleri, koymuş olduğu vizyonu, takım yönetme, kararlılık ve hedefleri ulaşmak için dağın arkasını gören mantığıyla çalışıyor olmakla beraber, niyet, samimiyet ihlas, hepsi var. Dolayısı ile çok farklı vizyon çizdiği için yeri kolay doldurulacak birisi değil. Onun heyecanı millete çok ciddi enerji veriyor.” 

ÖNEMLİ DUYURU: “Lütfen kaynak göstermeden yazı ve fotoğraflarımızı kullanmayınız. Aksi taktirde yasal haklarımızı kullanacağız.”

selyus