Veli DALBUDAK

Selam Olsun

DİRİLİŞ ERTUĞRUL

Kurumun yıllarca önce yaptığı Osmanlı dönem filmlerinin, bugünkü teknolojiye rağmen gerisinde kalmak nasıl izah edilebilir?

Dodurga ve Kayı obasında ağaç parmaklıkların ardını boylamayan kalmadı.

Ve dahi at arabasının ardında kök boyalı kilimlerin altında kaçırılmayan da kalmadı.

Obaya, Beye, devlete, Selçuklu’ya, Sultan Alaaddin’e, Moğol’a, Ögeday’a ihanet etmeyen kalmadı.

Sadece üç yiğidiyle Halep sarayından, Haçlı kalesine, eşkiya yurdundan, Noyan çadırına kadar fethetmediği yer kalmadı Ertuğrul’un.

Hep aynı hikayenin döndüğü Brezilya dizilerinin havasına büründüğünden beri, en başında ortaya konan yüksek beklentili sinematoğrafik sanatsal üründen de eser kalmadı.

Çok zengin ve renkli bir tarihsel sürecin anlatıldığı dönemin tüm cömertliği ile sunduğu senaryo zenginliğinden de bihaber kaldı senaristler.

TRT’nin o dönemin imkanlarıyla 30 yıl önce çektiği “Kuruluş” dizisinin kalite seviyesine yaklaşabilme beklentisi dahi kalmadı.

Gitgide kabak gibi sırıtan bu senaryo kısırlığı, bu sahne fakirliği, bu görüntü ve müzik kalitesi ile gönüllerdeki yerini hızla kaybetmekte olduğunu TRT yetkililerine hatırlatmaya bilmem gerek var mı?

Kurumun yıllarca önce yaptığı Osmanlı dönem filmlerinin, bugünkü teknolojiye rağmen gerisinde kalmak nasıl izah edilebilir?

İhanet, kaçırılma, kaçırma, tuzak, ayak oyunları, saray entrikaları, Moğol saldırıları, Haçlı ittifakı gibi malzemelerden hayal gücünüz yalnız bu kadarını çıkartabiliyorsa söylenecek fazla birşey yok sizin için. Ağırlaştırılmış akış, tekrara dayalı planlar, aynı mekanlar, aynı kılıçların tekrar tekrar kestiği adamlar seyretmeye devam edeceğiz demektir. Yada uzaktan kumandanın düğmesine basıp, sizden çok uzaktaki kanallara kaçmaktan başka çaremiz olmayacaktır.

BİR CAMİ ARIYORUM

İbadetin doğal uhrevi cübbesini giyip, huşu içerisinde tam bir teslimiyetle, sükunetin tüm bedenimizi  sarıp sarmaladığı bir atmosferde namaz kılabileceğim küçük, huzurlu, mikrofonsuz, hoparlörsüz bir cami arıyorum.

Nedendir bilmiyorum camilerimizde hele hele küçük camilerimizde bile bir mikrofon hastalığı var. İmamın arkasında 1 saf var ama hoparlörler sonuna kadar açık. Kalbe dokunan değil, kulak tırmalayan bir ses.

Mudurnu’da Yıldırım Bayezit tarafından yaptırılan aynı isimli camide muazzam bir akustik var. Namaz vakti dışında camiyi gezip incelerken bu akustik ortamdan büyük keyif aldım. Daha sonra büyük bir keyifle cemaatle vakit namazı kılmaya gittim. Fakat hiç beklemediğim bir şokla karşılaştım. Hiç gerekmediği halde hoparlörler son sesine kadar açık bangır bangır kulak tırmalıyor, uhrevi havayı sabote ediyordu.

Ayasofya’nın Topkapı Sarayı’na bakan tarafında ibadete açık caminin girişinde turistlerin ilgisini de çeken bir ritüel uygulanıyor.

Müezzinler ezanı dışarıda son derece güzel sesleriyle makamında okuyorlar.

Fakat o da ne?

Yukarıda bahsettiğim aynı ses sistemi sorunu burada da yaşanıyor.

O muazzam okunan ezan maalesef hoparlörlerin teneke tınısında bozuluyor.

Ve maalesef tüm büyü bozuluyor.

Bir cami arıyorum. Mikrofonsuz, hoparlörsüz… 

Sakin, huzurlu ve çıplak sesle kalbe dokunan kıraatlı..

İlginizi çekebilir

YAZMAYAYIM DİYORUM DA!

YAZMAYAYIM DİYORUM DA!

selyus