Veli DALBUDAK

Selam Olsun

KÖY KOKUSU

Güneşli bir pazar sabahı, bomboş yollardan tadını çıkara çıkara terk ediyorum şehri. Otoyolları, çok katlı apartmanları, plazaları, belediyelerin yapa

KÖY KOKUSU

Güneşli bir pazar sabahı, bomboş yollardan tadını çıkara çıkara terk ediyorum şehri. Otoyolları, çok katlı apartmanları, plazaları, belediyelerin yapay yol kenarı parklarını, görgüsüzce gözümüze sokulmaya çalışılan dev reklam panolarını arkamda bırakmanın keyfi ile sapıyorum yoldan, köprüden önce son çıkışı kaçırmadan. Çok geçmeden ufuk genişliyor, binalar küçülüyor, ağaçların arasından tüten ocakların dumanları yükseliyor. Şehir rengi, şehir havası, şehir dokusu ve şehir kokusu yerini, iç içe geçmiş köy ve ormanların ana kokusu gibi kendiliğinden sarıp sarmalayan kokusuna bırakıyor. Soğuğa rağmen camları açıyorum. İçime ve içeriye dolan toprak, ağaç, yaprak ve havanın sarhoş edici aroması… Derin, derin içime çekiyorum. Ama bu da kesmiyor beni. Arabadan inip koşarak dalıyorum ormanın derinliklerine. Çıtır, çıtır kuru yaprak sesleri ritim tutuyor adımlarıma. Tanıdık bir kaç meyvenin tadına bakıyorum. Bulduğum mantarları da çantama indiriyorum. Orman kokusu iliklerime kadar işliyor. Ana kokusu gibi çekiyor beni…
Kış mevsimi tüm haşmetiyle her yere çökmüş olmasına rağmen, sonbaharın doğadaki doğal renk armonisi hala gözlerime ziyafet çekmeye devam ediyor. Bu sene sonbahar renkleri kolay kolay terk etmeyeceğe benziyor bizi. Kara, yağmura, rüzgâra ve soğuğa aldırmadan kışın içinde gizli gizli yaşıyor sonbahar. Bu yıl kış sert geçeceği kadar hüzünlü de geçecek anlaşılan. Ormandan çıkıyorum, geniş ufuklu hâkim bir tepeden etrafı seyre dalıyorum. Güneş tüm şefkatiyle ısıtırken bazı ışınlar, renk cümbüşü sunan henüz dökülmemiş yaprakların üzerinden yansıyarak gözlerimi kamaştırıyor. Yapraklara değmeden geçen bazı ışınlar da yerdeki kuru yaprakların üzerine düşüp, sadece orman sakinlerinin duyabildiği hafif bir çıtırtıyla yuvarlanıp gidiyorlar. Güneşin kalan kısmı da vadide uzanıp giden şu sevimli, şirin köyün üzerine düşüyor. Güneşin gösterdiği yoldan ilerliyorum köye doğru…
Yürürken ara ara duruyor ve gözlerimi kapatıp, kendi köyümü düşünüyorum. Köy kokusu köklerimizdir, doğduğumuz yere götürür bizi. Ana Rahmi’ne giden yoldur, ana kokusudur…
Eski taş evin kuytusunda yanan toprak fırındır. Fırında çıtır çıtır yanan odunlardır. Fırından taze taze çıkan, dumanı üzerinde tüten somunlardır. Toprak kokusudur, odun kokusudur, ateş kokusudur, ekmek kokusudur.
Evin içinde kuzinenin üzerinde ağır ağır pişen kuru fasulyedir. Kuzinenin kapaklı gözünde kabara kabara kızaran mısır ekmeğidir. Yerde serili keçe kilimin üzerinde keyifle sıcacık süren bir sohbettir. Geniş ailenin neşeyle hormonsuz besinleri yediği sofradır. Yine kuzinenin üzerinde ıslık çalarak kaynayan çaydanlıktır. Akşam oturmasına gelen misafirlerin bereketidir. En sonunda evin yaşlı ninesinin tatlı tatlı anlattığı masallardır. Masalları dinlerken bazen ejderhalara kılıç sallayan, bazen de melek olup kanatlanan torunların oldukları yerde kıvrılıvererek uykuya dalmalarıdır. Mutlu ve huzurlu uykunun kokusudur. Kuzinenin kokusudur, sohbetin kokusudur, sofranın kokusudur, çayın kokusudur, nine kokusudur…
Kapıdan burnunu bile çıkartmaya korktuğun kara kıştır. En azından dizine kadar gömüldüğün kardır. Kara soğuğa aldırmadan dere tepe dolaşan avcının soğuktan donmak üzere olan parmaklarının ucundaki tetiktir. O namlunun ucundaki hedef olmamak, ama aynı zamanda da karnını doyurmak mecburiyetinde olan ürkek tavşanın tedirgin korkusudur. En dik tepeden korkusuzca kızaklarını kaydıran çocukların adrenalin yüklü eğlencesidir. Aç vahşi hayvanların gecenin sessizliğinde gizlice gelerek kümeslere baskın yapıp kaçmasıdır.
Köy kokusu, hayatın kokusu, hakikatin ta kendisidir. Otun kokusu, samanın kokusu, ineğin, sütün, gübrenin kokusudur. Tarlada çamurun, teknede hamurun kokusudur. Güneşin, yağmurun, rüzgârın, karın kokusudur…

Veli DALBUDAK

İlginizi çekebilir

BAHARA BAK

BAHARA BAK

selyus