Veli DALBUDAK

Selam Olsun

PAZARYERİ

Hiç bir şey alasım yoktu. Nasıl olduysa yolum düştü bir kere. Çorak dağlarla çevrili bu Orta Anadolu kasabasında, ağaçsız gölgesiz sokaklarda yürürken

PAZARYERİ

Hiç bir şey alasım yoktu. Nasıl olduysa yolum düştü bir kere. Çorak dağlarla çevrili bu Orta Anadolu kasabasında, ağaçsız gölgesiz sokaklarda yürürken sıcaktan bunalan bedenim belki de gayriihtiyari pazaryerine daldı. Ne de olsa, çevre köylerde yetiştirdikleri taptaze ürünleri kasaba pazarına getirmiş; yüzünün rengi, başındaki kasketi, gömleği, ceketi ya da kadınların üzerindeki pazen elbisesi bir üniforma gibi hatta yerel bir flama etkisi uyandıran köylülerin, kendilerini ve ürünlerini güneşten korumak için sokağın bir ucundan diğerine gerdikleri bezden tentelerinin altı, civardaki tek gölge yerdi. Benim bildiğim, bu bölgede yazlar çok sıcak geçmez, hadi biraz sıcak olsa bile, nem hiç olmazdı. Bunu paylaştığım kasabalılar;
“Biz de şaştık bu işe a oğul! İlk defa bu yaz böyle. Dünyanın dengesi şaştı herhal” dediler.

Kimileri de;
“ Bıldır da sıcak ettiydi emme, bu kadar terletmediydi” diyerek beklenmedik iklim değişikliklerinden şikayetlendiler.

Bilinçsiz adımlarla girdiğim pazaryeri tam bir eğlence. Bir kere, renksiz, kokusuz, sıradan ve bezgin bir kasabadan beklenmeyecek büyük bir enerji var içeride. Hani şu tabiri kullansam abartmış olmam; kendi içinde düzenli bir kaotik enerji. İnsanlar birbirine çarpıyor, herkes anlayışlı. Pazarcıların da acelesi var gibi, müşterilerin de. Herkes hızlı hareketlerle, sanki almak istedikleri domates bir dakika sonra tükenecekmiş gibi alışveriş ediyor. Oysa arkada onlarca kasa üst üste duruyor. Yalnız, burada bir şey farkediyorum. İstanbul’da pek pazara gitmem ama, gittiğim zamanlarda pazarcıların müşteriye seçtirmeyip, tezgah arkasından çürük çarık karıştırarak uyanıklık yaptıklarını bilirim. Burada tam tersi, pazarcı boş poşeti önünüze fırlatıveriyor. İstediğin gibi seçerek onu doldurmak sana kalıyor.

Başka güzellikler de var bu Orta Anadolu pazarında. Reyhan, nane, maydanoz, soğan, sarımsak, marul, roka,tere, turpotu, kişniş aman ya rabbi! Mis gibi kokuları uzaktan beni sarhoş ediyor. Şimdiden akşam yapacağım salatayı hayal ediyorum. Tabii domates, biber, salatalık ta lazım di mi? Domatesi burnuma yaklaştırıyor ve uzun süredir unuttuğum bu kokuyu hafızamın derinliklerinden tekrar çıkarıyor ve yeniden kodluyorum. Unutmamak için defalarca defalarca kokluyorum.

Hep düşünmüşümdür; pazar yerinin çekiciliği, çeşit çeşit rengarenk ürünlerin yan yana dizilmesinden oluşan renk cümbüşü müdür? Yoksa, insanların çok nadir gördükleri, ama görmeye bayıldıkları gökkuşağı renklerinin sebze ve meyvelerde tecelli etmiş hali midir? Bütün günlerin birbirinin kopyası olduğu kavruk Anadolu kasabasına kattığı dinamizm midir? Ya da “Pazar ola, hayır ola” diye sloganlaştırılmış basit ama anlamlı sözün tılsımından mıdır? Belki de, taze, taptaze, en taze arayışının insanoğlunun genlerinde sürdürdüğü binlerce yıllık yolculuğun en tabii tezahüründendir.

Tentelerin gölgesinde, gözüm gönlüm bayram ederken, aklım fikrim derin düşüncelerde. Beni, köy yumurtalarının küçük ama iştah kabartan cazibesi tekrar alışverişe döndürüyor. Birkaç çeşit te peynir alıyorum. Keçi peyniri özel tercihim. Eğer dağda doğal besleniyorsa, bir keçi hiçbir hayvanın ulaşamadığı en dik, en sarp yerdeki en taze otların ilk müşterisidir. Bu peyniri yerken, ben de kendimi o ulaşılmaz kayaların üzerine çıkmış, toynaklarımla sıkıca tutunmuş, inat ve ısrarla taze otu yemeye çalışan güzel bir keçi olarak göreceğim.

Pazar alışverişimi yöresel bal ve kaymakla taçlandırıyorum. Zaten pazarın da sonu göründü. Oysa hiçbir şey alasım yoktu. Nasıl girdiğimi bile hatırlamıyorum bu enerjik, bir o kadar da kaotik pazaryerine. Ama iyiki de girmişim; renksiz, kokusuz, bezgin ve sıradan bu Anadolu kasabasında, sıcak mı sıcak beklenmedik bir şekilde nemli bu yaz gününde, sanki aniden güzel bir yağmur yağmış ta, ben de sonrasında çıkan gökkuşağının altından geçmiş gibi oldum.

Veli DALBUDAK

İlginizi çekebilir

AMERİKAN ADALETİ

AMERİKAN ADALETİ

selyus