Veli DALBUDAK

Selam Olsun

KIŞTAN BAHARA GEÇİŞLER SERBEST

Kuşlar başımın üstünde dönüyor. Serçeler, sakalar, ispinozlar, arı kuşları coşkulu bir senfoni yağdırıyorlar üzerime.

KIŞTAN BAHARA GEÇİŞLER SERBEST

Bir cıvıltı, bir cıvıltı. Kuşlar başımın üstünde dönüyor. Serçeler, sakalar, ispinozlar, arı kuşları coşkulu bir senfoni yağdırıyorlar üzerime. Sığırcıklar, tedirgin değiller bugün, bembeyaz karlarla kaplı kış günlerinin aksine. Dönüp, dönüp geliyorlar suyun başına. Kırlangıçların her zamanki gibi acelesi var. Hiperaktif çırpıyorlar kanatlarını. Ağaçlar, kış yorgunu ağaçlar, doğanın canlı heykelleri. Onların da yüzüne renk gelmiş, kuşların cıvıltısında dans ediyorlar adeta. Şu uzun boylu serviye bak hele! Yeni sezon smokinini giymiş, elinde çubuğu, O yönetiyor kuşların bahar senfonisini.

Bir cıvıltı, bir cıvıltı. Kuşlar başımın üstünde dönüyor. Gölde kırmızı balıklar, suyun üstüne kuyruk vuruyor. Doğa, müziğini suyun altından da esirgemiyor anlaşılan. Ördekler dalıp, dalıp çıkıyorlar, müziğe uygun senkronize hareketlerle. Her dalışta gagaları boş çıkmıyor sudan. Hem eğleniyor hem besleniyorlar. Kaplumbağa, gölde ince bir yay çizen küçük setin üzerinde güneşleniyor. Kurbağalar da orkestra şefi serviden ayırmıyorlar gözlerini. Sıra kendilerine geldikçe, bas bariton bir dünyaya açılıyor kulaklarımız.

Bir cıvıltı, bir cıvıltı. Kuşlar başımın üstünde dönüyor. Uzun süredir, gölde sessizce beslenen kazlar, birdenbire, bağıra çağıra gölden çıkarak, çimenlerin üzerinde, tek sıra askeri devriye edasıyla üzerime doğru geliyorlar. Galiba, şu en öndeki güvenlik şefi. Pek bir kasılarak geliyor, bir sağa, bir sola atmaya çalıştığı geniş adımlarıyla. Hafiften tırsmıyor değilim ama, gözucuyla kazları süzerken, sanki onlarla ilgilenmiyormuş gibi, güneşin parıldattığı ufuk çizgisine takılıyor gözlerim. Yanımdan geçip gidiyor devriye. Kendimi bir anda, Doğu Berlin’den Batı’ya geçmeye çalışırken, yakayı ele vermekten son anda kurtulmuş, casus gibi hissediyorum. Ama o da ne? Geçip gittiğini sandığım devriye, beni arkadan sarmış. Artık tutsak bir casus olmanın dayanılmaz hafifliği içerisindeyim. Son numaramı çekmek zorundayım. Ya yüzüğümdeki zehiri içeceğim, ya da…
Elimdeki yemeğimi paylaşacağım kazlarla. Birdenbire dost oluveriyoruz. İnsanların birbiriyle yapamadığını kazlarla yapıyoruz. Sınırlar açılıyor, devriye bağıra çağıra göle doğru ilerliyor.

Ördekler kanatlarını açarak karşılıyorlar baharı. Ağaçlar tomurcuklanıyor. Açık mavi gökyüzünde, bulutlar azat ediyor güneşi. Bir cıvıltı, bir cıvıltı. Kuşlar, tabiatın senfoni orkestrası. Küçücük kalplerinden taşan, kışa elveda, bahara merhaba besteleri dökülüyor dudaklarından. Balıklar, kırmızı kuyruklarını vuruyor suyun üstüne. Kaplumbağa güneşlenmekten sıkılmış, yavaş, yavaş ilerliyor. Kurbağalar gözlerini patlatmış etrafı seyrediyor. Ve kazlar yine nöbete çıkıyor. Komutana tekmil veriyorlar bağıra, çağıra. Bana bağırmıyorlar artık. Ben de onlardan biriyim. Ben de baharın bir parçasıyım.

Tam ayrılacağım, ama o da ne ? Ördekler koşarak yanıma geliyor, gitme diyorlar adeta. Etrafımı çeviriyorlar, paytak bir dans başlıyor, kuşların müziği eşliğinde. Ben de ayakkabılarımı çıkarıyorum, paytak adımlarla yalınayak katılıyorum onlara. Teşekkür ediyoruz doğaya ve şükranlarımızı sunuyoruz yaratıcıya.

Bir cıvıltı, bir cıvıltı. Kalbim cıvıldıyor. Kuşlar yine başımın üstünde. Kazlar nöbetten dönüyor, sınırlar kalkmış, kıştan bahara geçişler serbest…

Veli DALBUDAK

selyus