Ana Sayfa SİYASET 8 Kasım 2014

ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR

30 yıldır yolum hiç düşmedi. O zamanlar gariban bir Anadolu şehriydi. Gariban 3 üniversite öğrencisinin ülkeyi tanımaya ve bazı şeyleri anlamlandırmay

ESKİŞEHİR BÜYÜKŞEHİR

30 yıldır yolum hiç düşmedi. O zamanlar gariban bir Anadolu şehriydi. Gariban 3 üniversite öğrencisinin ülkeyi tanımaya ve bazı şeyleri anlamlandırmaya çalıştığı ve bir türlü taşları yerine oturtamadığı yıllardı. Neredeyse iç savaşa dönüşmüş sağ-sol çatışmalarının tarumar ettiği ülkeyi ardından gelen 12 Eylül darbesi adeta dondurmuştu. Kimsenin kimseye, kimsenin devlete, devletin kimseye güveni kalmamıştı. Ülkenin hemen hemen her 10 yılda bir geçtiği tuhaf dönemlerden biriydi. Sık karşılaşmaktan dolayı bünye bağışıklık kazanmış olduğu halde, yine de tedavisi kolay kolay mümkün olmayan büyük yaralar oluşuyordu toplumda…
Mesela, saygın bir üniversite profesörüyken, bir gün birdenbire gözaltına alınıyor, siyasi görüşlerinizden dolayı suçlanıyor ve mahkeme kararı dahi olmaksızın idareden gelen iki satır yazıyla hayatınızı verdiğiniz üniversiteden uzaklaştırılıyordunuz. Ya da öğretmen, kitabevi sahibi, gazeteci, matbaacı, tekstilci, esnaf, tüccar, müteahhit ne olursanız olun hakkınızda bir ihbar veya bir dernek ya da siyasi parti üyeliğiniz varsa, alınıp günlerce mahkemeye dahi çıkartılmadan mahpushanelerde işkence görüyordunuz. Hasbelkader mahkemeye çıkartılıp serbest kalabilirseniz fazla sevinemezsiniz. Çünkü içeride kaldığınız sürede işleriniz bozulduğu gibi, bir de yediğiniz bu damga sebebiyle tüm kapılar size kapanır. Toplumsal akordun bozulduğu tüm dönemler ülkeyi mutsuz, umutsuz ve çaresiz bir hastaya dönüştürmüştür…
O garip ülkenin, gariban şehrinde, tuhaf dönemlerin sırrına matuf olmaya çalışan 3 gariban daha uzun yıllar aynı garip filmi izlemeye devam edeceklerdi. 200 yıl önce kopmuş bir filmin, silik, sessiz ve de renksiz versiyonu tüm ülkeyi sinema perdesine dönüştürmüştü. Yıllar yılı kabuğunu kıramayan ülke gibi bu eski şehirde gri tonlu renklerinden, bakımsız cadde sokak ve kaldırımlarından, boyası ve sıvası dökülmeye yüz tutmuş köhne binalarından, insanların üzerine sinmiş korku ve yeis duygusundan, bulanık sarı akan Porsuk Çayı’ndan kurtulabilmek adına kabuğunu kırabilmeyi denemeye bile cesaret edemiyordu.
Soğuk bir kış sabahıydı trenden indiğimizde. İstasyondan Hamamyolu’na kadar yürüdüğümüzde ne olduğunu anladım bu şehrin meşhur kemik sızlatan soğuğunun. Cami şadırvanından akan sıcacık termal su ile aldığımız abdestler ruhumuzu yıkarken, yine termal suyla ısınan caminin sıcaklığı kemiklerimizi ısıtıyordu.
Çok fazla gezilecek bir yeri yoktu. Yine de dolaştık hep birlikte şehri şöyle bir. Yine kemiklerimiz sızladı. Bu defa kendimizi meşhur Has Hamam’a attık. Oldukça büyük bir havuza, kükreyen bir arslanın ağzından jeotermal ateş fışkırıyordu. Yorgun ve soğuk bedenlerimizi yatırdık ateşin içine…
O vakitler çok fazla gezilecek bir yeri yoktu. 30 yıl sonra yolum tekrar düştüğünde şehrin yüzü, gözü, çehresi çok değişmişti. En önemli değişim bir zamanlar bulanık sarı akarken kimsenin yanından bile geçmek istemediği, şimdi ise şehrin turistik cazibe merkezi haline gelen Porsuk Çayı’nda idi. Her iki yakasındaki yollar trafiğe kapatılarak yürüyüş yolu haline getirilmiş, etrafı yeşillendirilmiş, ağaçlandırılmış, estetik köprüler, sokak lambaları, korkuluklar ve çayda turist gezdiren tekneleri, şehrin caddelerinde dolaşan modern tramvayı ile bir Avrupa şehri izlenimi veriyordu.
Artık gezilecek çok yeri var bu şehrin. İstanbul’dan, Kocaeli’den, Sakarya’dan, Bilecik’ten, Ankara’dan, Konya’dan hızlı trene atlayanlar soluğu Eskişehir’de alıyorlar. Caddeler, sokaklar, çarşılar, lokantalar, dükkanlar, parklar, müzeler ve Porsuk’taki tekneler çok kalabalık. Kentte turizm bilinci gelişiyor, yeni ve güzel oteller açılıyor. Turistler restore edilen Odunpazarı Evleri’ni, Balmumu Müzesi’ni, Kurşunlu Camii ve Külliyesi’ni, Kentpark’ı ve Şelalepark’ı geziyorlar, meşhur çibörekten yiyorlar.
Gariban 3 öğrenci ve bize Çifteler’den katılan dördüncü arkadaşımız bugün herbiri önemli görevlerde… Tuhaf dönemlerin sırrına matuf olabildik mi bilmiyorum ama,
İstanbul’un yükünü taşıyamayacak kadar belinin bükülmeye başladığı bugünlerde, Anadolu şehirleri eski, köhne ve içine kapanan yapısını hızla değiştirerek gelişiyorlar. Keşke bunu 50-60 yıl önce yapabilseydik…

Veli DALBUDAK

Etiketler:

İlginizi çekebilir

Siyaset Akademisi başlıyor

Siyaset Akademisi başlıyor

selyus